TOPLUMSAL OLAYLARIN SANATA YANSIMASI

Makaleler

TOPLUMSAL OLAYLARIN SANATA YANSIMASI

Sanatçı, doğası gereği sosyolojik değişimler içerisindeki çelişkileri ürünleriyle yansıttığı gibi, bu çelişkileri kendine özgü bir yolla biçimlendirerek farklı sanatsal ifadelere ulaşır.

 

Sanat, yaşama ve eylemlere ilişkin üretimleriyle, inanç düzeyinde yer alan din, ahlak ve düşünce gibi toplumu oluşturan üst kurumlarla kurduğu ilişkilerdeki etkinliğiyle, toplumsal değişimlerde aktif rol oynamıştır. Toplumların tarihlerine bakıldığında sanat, çağlar boyunca toplumların çeşitli gereksinimlerini karşılayan bir rol üstlenmiştir. Bu nedenle, sanatın ve sanatçının işlevi tarihsel süreç içerisinde farklı biçimlerde tanımlanmıştır.

Sanat, tarih boyunca yalnızca kültürel yapının gelişiminden değil, dinin yayılması, bilimin ve teknolojinin ilerlemesi, kültürler arası iletişim, dillerin ve toplumların yeniden biçimlenmesi gibi pek çok konuda önemli rol oynamıştır. Zamanla dini imgeleri somutlaştırarak duyularla daha kolay algılanmasına, kimi zaman da toplumlarda yaşanan çelişkileri aktararak toplumsal bilinçlenmeye öncülük etmiştir. Tarihsel sürece baktığımızda, Yunanlılarda sanat, Tanrıları halkın kafasında kolay canlandırabilecek ve kendine bir gerçeklik bilinci sağlayan en üst düzeyde bir biçimdir. Bu nedenle Yunanlıların gözünde şairler ve sanatçılar, kendi tanrılarının yaratıcıları olmuştur. Zeus sanatçılar tarafından somutlaştırılmış ve inanılış kolaylaşmıştır. Yunan’da olduğu gibi Mısır medeniyetinde, Mezopotamya, Anadolu-Eğe coğrafyalarındaki bütün uygarlıklarda dini anlatımlarda sanat kullanılmış, sanat yapıtına da kutsallık işlevi yüklenmiştir.

Ortaçağ Avrupa’sında kilise ideolojisinin yayılması ve halkın bilinçlenmesi amacıyla kullanılan sanatın en güzel örnekleri ikon sanatıyla verilmiştir. Birer sanat yapıtı olan ikonalar Hıristiyanlığın yayılmasında olduğu kadar cemaat kültürünün yayılmasında da büyük rol oynamıştır. El Greco, dini duyguların sanat yapıtıyla aktarımını, sanatının başlangıcını oluşturan ikonalar ile en üst düzeyde yansıtmış sanatçılardan birisidir.

  1. yy Hollanda’sının muhalif sanatçısı Rembrant, çağının burjuva toplumunda sinsice planlanan haksızlıkları, patlak veren çelişkileri görmüş ve resmine aktarmıştır. O, çizdiği desenleriyle, yaşlıların, çalıştırılmaktan mahvolmuş köylülerin, yoksul annelerin, harp kulübelerin, kısaca bütün ruhuyla kattığı acılı bir insanlığın görüntülerine tanıklık etmiştir.
  2. yy’da Fransa’da devrimci ayaklanmayla sanat arasındaki ilişkiyi David’in kişiliğinde buluruz. Daved’in sanatı, Fransa’daki büyük değişimi ve devrimi anlamlı bir biçimde yansıtmıştır.

Modern Meksika resim sanatı duvar resminde yeni bir dil yarattı. Devrimcilerin safında savaşan halka dönük sanat yaklaşımlarıyla Meksikalı sanatçılar, ülkelerini, halkların, yaşadıkları her şeyi duvar resmi yoluyla anlatma yoluna gittiler. Sanatlarını toplumsal alanlarda oluşturdular.

Albert  Camus ise, ne susmayı, ne yalnız kalmayı benimser. Acı çeken kitleler sustukça birlerinin onların yerine konuşması gerektiğini söyler. Aydınlanma çağında insan yeni bir bakış açısıyla kimlik, bireysellik, milliyet gibi kavramlara yeni yaklaşım ve tanımlar getirme çabasına girmiştir. Bu tanımlamalarla insanın kendini ve çevresini, dolayısıyla yaşamı kavrayışında derin bir değişim başlar. 18. yy’da Goya bu düşünsel başkalaşımın sanat yapıtına yansımasının belki de ilk örneği olarak karşımıza çıkar. İnsanlık tarihinin en çarpıcı dönemlerinden birine tanıklık etmiş ve bu tanıklığı fırtınalı iç dünyasından en dolaysız biçimde yansıtarak kendine özgü bir dil yaratmıştır. 18.yy İspanya İmparatorluğu’nun resmi saray ressamlığını sürdüren Goya daha önce hiçbir saray ressamının denemediği saray çevresindeki kişilerin portelerini, yaparken kişilerin kişisel ve fiziksel özelliklerden çirkin olan yanlarını bilinçli bir tercihle öne çıkarmıştır. 1789 yılında tamamladığı, 80 levhalık bir dizi baskı resimden oluşan “Los Caprichos’da Goya, yaşadığı dönemin İspanya’sındaki açgözlülük ve ahlaksızlığı ele almıştır. Hem alegorik hem de edebi kaynaklı figürlerle tamamlanan bu resimlerde, yarı gerçek ve doğaüstü bir anlatımla ilgisini aristokrasiye değil tümüyle halka vermiştir.

1808 yılında Fransız ordularının İspanya’ya girmesinden sonra, Kraliyet ailesini tahtından indiren Napolyon, kardeşi Joseph Bonaparte’yi tahta geçirdi. Bu ortam halkın Fransız istilacılara karşı ayaklanmasına neden oldu. 3 Mayıs 1880’de Fransızlar İspanyol protestocuları kurşunladı ve toplu katliam yapıldı.”2 Mayıs” ve “İsyancıların Kurşuna Dizilişi-3 Mayıs” adlı yapıtlarıyla Goya şiddet, kötülük ve dehşeti görünür kılarak insanların acılarını ve uğradıkları haksızlıkları betimlemiştir.

Birinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa’da, insanın iç dünyasını anlatmayı amaçlayan bir akım olan Dışavurumculuk ortaya çıkar. Dışavurumcular resimlerinde doğayı ve toplumu nesnel bir biçimde yansıtmak yerine öznel ya da içsel gerçeğin yansımasını istiyorlardı. Devlet, ataerkil aile, ordu, okul gibi toplumda otoriteyle var olan kurumlara başkaldırdılar. Toplum tarafından dışlanmış, yoksul, ezilmiş kişilerin yanında tavır aldılar.

26 Nisan 1937 tarihinde İspanya’nın küçük bir kenti olan Guarnica, Alman uçakları tarafından saldırıya uğrar. Guarnica ile ilgili haberlerin etkisiyle Pablo Picasso”Guarnica” adlı yapıtını üretir. Böylece, uluslar arası anti-faşist sanat dilinin yaratılmasında bir adım atılmış olur. Bu yapıtıyla Picasso hem dehşeti, hem bir yargıyı, hem de insanın haykırışını ve sonuçta galip geleceğini vurgular. “Guarnica” bir sanatçının toplumsal olaylar karşısında ne derece duyarlı olabileceğinin bir kanıtı olduğu gibi Picasso’nun öfkesinin, nefretinin plastik bir biçim altında ortaya çıkmasıdır da. Picasso “Bir sanatçının ne olduğunu sanıyorsunuz? Bir ressamsa gözlerinden, bir müzisyense kulaklarından, bir şairse kalbinin her telinden, hatta bir boksörse pazılarından başka şeyi olmayan bir budalamı? Tam tersine, aynı zamanda ister sıkıntılı ister acı tatlı olsun bu dünyada ne olup bittiğinin her zaman farkında bir siyasi varlıktır ve aktarmadaki rolüne işaret eder.

Kolombiyalı bir sanatçı olan Fernando Botero, Abu Galip hapishanesinde Amerikalı askerlerin Iraklı tutuklulara yaptıkları işkenceyi konu alan bir dizi resim yapmıştır. Botero, 2004 yılında tamamlanan bu resimleri Amerika’daki herhangi bir müzede davet almadıkça Birleşik Devletlerde sergilemeyeceğini söylemiştir. “Bu resimleri hiçbir ticari amaç gütmeden yaptım. İnsanların çektiği acıların, karşı karşıya kaldıkları aşağılanmaların üzerinden para kazanmayı düşünemem. Bu resimleri bazı kişilerin özel koleksiyonunda oturma odasına asılsın diye yapmadım, bu resimler müzelerde sergilenmeli ve insanlık ayıbının unutulmasına olanak vermemeliler” der. Botero. Eğer Picasso “Guarnica”’yı yapmamış olsaydı, bu küçük İspanyol kasabasında masum insanların maruz kaldıkları şiddet, tarihin sayfalarında unutulup gidecekti.

Rollo May “Herhangi bir tarih döneminin psikolojik ve tinsel mizacını anlamak istiyorsanız, bunu o dönemin sanatının derinlerinde aramaktan daha iyisini yapamazsınız” der. Sanatçı: Duygu ve coşkularını yapıtlarında yansıtırken içinde yaşadığı ve kendini oluşturduğu toplumun önsel verilerini, birikimlerini, göstergelerini yansıtır. Bu Maksim Gorki’nin, sanat ürününün toplumun otaklaşa yaratısı olduğu düşüncesini haklı çıkarır. Sanatçının yaratıcı gücünü tetikleyen toplumsal etmenler sanatçının üretimiyle bireysel kaygıları, farkına varılmayanları, toplumsal sorunları, çıkmazları ortaya koyup insanların paylaşımına açar. “Savaş Zamanlarında Sanatçılar” kitabının yazarı Howard Zinn bir söyleşisinde; “Bir öykü anlatıyorken, bir şey uyduruyorken bile sanatçının elindeki gerçek çok güçlü bir şeye dönüştürür. Çünkü, sanatçıların yaptığı şey heyecan ve tutku sağlamaktır; sanatçılar gerçekleri  güçlendiren, ona gerçekleri basit biçimde aktarmanın başaramayacağı bir yoğunluk veren bir tür ruhsal öğe kazandırır” diyerek sanatçının göz ardı edilemez gücünü tanımlar. Sanatçının ve sanat yapıtının toplum üzerinde ne kadar etkili olduğuna dikkat çeker. Sanatçı; toplumsal yaşamdan ayrı ve toplumun dışında yaşayan bir varlık değildir. Tersine o; en yaşamsal varlık olarak çağının ve toplumsal yaşamın en derinine nüfuz eden varlıktır. Gregory Petrov’a göre “Sanatçı yaşamın ta kendisidir ve başka varlıklara oranla, zamanın ruhsal dalgalanmalarını daha özlü, daha dokunaklı ve daha güçlü duyan kişidir”.

Çağımızda, dünya düzeninde değişen dengeler, kültür ve sanat alanında da yansımalarını bulmuştur. Sanatçı doğası gereği sosyolojik değişimler içerisindeki çelişkileri kendine özgü bir yolla biçimlendirerek farklı sanatsal ifadelere ulaşmıştır. Türkiye dünya coğrafyasındaki konumu ve sosyolojik önemi nedeniyle bugünkü dünya dengelerinde stratejik önemini artırmıştır. Siyasilerin, bugün bu topraklarda yaşayanların Cumhuriyet, Atatürk düşünce ve ilkelerine olan bağlılıklarını hiçe sayan politikalarda ısrar etmeleri, bir “Uluslaşma”   hareketi olan  “Cumhuriyet Yürüyüşleri” ile karşılığını bulmuştur. Bu yürüyüşlerle Türk halkı Türkiye’yi 21.yy’la taşıyacak bir birlikteliğin, Cumhuriyet’e ve Anadolu devrimlerine olan sadakatin örneğini vermiştir.

Böylesi bir toplumsal hareketin coşkusu sanatçıların hassas duyularında biçimlenerek Tem Sanat Galerisi’ndeki “Uyanış” sergisinde bir araya geldi. Fuat Acaroğlu, Beril Anılanmert, OktayAnılanmert, Gülden Artun, Zahit Byükişleyen, Gürbüz Doğan Ekşioğlu, Talat Enil, Hüseyin Ertunç, Zeki Fındıkoğlu, Selma Gürbüz, Devabil Kara, Fevzi Karakoç, Nur Özalp, Yüksel Özen, Abdulkadir Öztürk, Hale Sontaş, Sema Ilgaz Temel, Bilgehan Uzuner, yapıtlarıyla Cumhuriyet yürüyüşlerinin ve Türk toplumunun duyarlılıklarına tanıklık etmektedir.

 

Kaynaklar:

. Gorki, M; “Edebiyat Yaşamım”, Panel yayınları, İst, 1978

. May,R; “Yaratma cesareti”, metis yayınları, İst, 1987

. Reonance Magazine, 22 Kasım 2003, Sarah Burton’ın Howard Zinn ve Thom Yorke ile yaptığı söyleşi.

. Kara, D; “Sanatçı Kişiliğinde Psikolojik algı ve Yaratma”, Sanatta Yeterlik Tezi”, 1993