ELEKTRONİK ÇAĞIN FÜTÜRİZMİ VE SANAL ORTAMIN DEĞERLERİ

Makaleler

ELEKTRONİK ÇAĞIN FÜTÜRİZMİ VE SANAL ORTAMIN DEĞERLERİ

Son 20 yılda teknoloji alanındaki hızlı gelişim, dünya halklarının ve bireylerin hem sosyal ortamlarına, hem de psikolojik anlamda yaşamlarına daha evvel tanımadığımız yeni bir yaşam ve oyun alanı getirdi. Yaşantımıza sanal gerçeklik, sanal suçlar, internet etiği, sanal seks gibi yeni terimlerle giren, kendinden önceki tüm medya olanaklarını bir araya toplayan bu yeni teknoloji hipermedya olarak adlandırılıyor. “ Çok Büyük” olarak adlandırılmasının nedeni: resimlere ve fotoğraflara özgü perspektif oyunlarını, film, video ve ses yayınlarının tüm olanaklarını bünyesinde aynı anda barındırabilmesinden kaynaklanıyor. Hipermedyanın kapsam alanına baktığımızda yazılım teknolojisini, silikon uzaysal boşluğu, internet teknolojisini kısaca popüler yaklaşım ile söylersek matrixi görüyoruz. Hipermedya insanoğlunun tanıdığı hiçbir görsel ya da işitsel iletişim türünü kendi dışında bırakmıyor. Teorik olarak hipermedya aslında iletişim teknolojisi ürünü televizyon ve bilgisayarın birbirine yaklaşması ile oluşmuş gibi görünse de, pratik kullanımda sonucun bir parçalama bölme işlemi yapmakta olduğunu görürüz. Bunu ilk kez  Marshall McLuhan’ın 1963’te  Medyayı Anlamak adlı yapıtında “ fragmentation” olarak ele aldığını görürüz. Hipermedyadaki her görsel ve işitsel sekans, aynı ve farklı zamanlarda iletişimin her iki ucundaki, iletiyi gönderen ve alan tarafından sonsuz kere değişime uğrata bilinir ve tekrar hipermedya ortamına bırakılabilinir.

Toplum yaşamı içine girmesi ve gelişim hızının inanılmaz bir ivme kazanması son 20 yıla denk düşse de aslında bu olgunun başlangıcını sanal gerçekliğin ilk uçuş similatörü,( Bağlantı Eğiticisi) kullanıldığı1930’lar olarak değerlendirebiliriz. İlk önceleri ağır adımlarla ilerleyen bu teknoloji günümüzde yaşam alanlarımızın tümünü bir şekilde etkileyecek konuma gelmiştir. Bu alandaki gelişmeler bize, çok yakın gelecekte yaşam alanlarımızın bu teknoloji ile daha fazla işgal edileceğini göstermektedir.

Bugün yaygın anlamda hipermedya olanaklarına sıradan bir televizyon büyüklüğündeki bilgisayar ekranından ulaşıyoruz. Bu monitör şimdilik odanın geneline bakarken oluşan görüş alanımızda algımızın küçük bir bölümünü kaplayan göreceli olarak küçük bir objedir. Ekrana bakışımız adete küçük bir pencereden minyatür bir dünyayı izleme gibidir. Ekran boyutu gerçek pencere ölçüsüne yaklaştıkça yansıttığı görüntülerde kaçınılmaz olarak algımızda gerçekliğe daha çok yaklaşacaktır. Bu büyüyen monitörlerden bize ulaşan haber, eğlence, bilgisayar, televizyon ve internet ortamına ait tüm iletişim yolları algımızda gerçeklik ile direkt bağlantıya geçecekler ve biz giderek daha sanal ortamlarda yaşayacağız.

Bugün yazılım programlarına ulaşmak için bilgisayar ekranında kullandığımız yöntem “pencere” açmaktır. Monitörde açılan her bir pencere farklı bir dünyaya ulaşmamızı sağlar. Bu durumun pencere kelimesi ile adlandırılması tesadüfî değildir. Bir resim, fotoğraf ve ya film karşısında ister dış dünyaya, ister iç dünyamıza bakışta yarattığımız imgelem algısal düzeyde pencere metaforu olarak adlandırılır. Bu metafor hipermedya teknolojisine uyarlanmıştır. Bir örnek verecek olursak: kullanıcı bir grafik tasarım yazılımını kullanmak için monitörde bir pencere açar. Şimdi kullanıcı metaforik olarak, bir grafik tasarımcının gerçekte çalışma ortamında sahip olduğu tüm gerçek aletlerin “sanal” eşdeğerlerinin var olduğu bir uzaysal boşluğa girmiştir. Tüm bu bahsedilen olgular bugün çoğunluğun erişim alanında olanlardır. Fakat bu alanda araştırma yapan bazı şirketler teknolojinin yeni ürününü genel kullanıma uygun hale getirme aşamasına gelmişlerdir. Bu ürün, büyüyen, düzleşen, normal bir pencere boyutuna, hatta yaşadığımız mekanın tüm duvarını kapsayacak boyuta ulaşmıştır. Artık görüntüler algımızda gerçeklikle doğrudan ilişkiye girebilecek büyüklüğe ulaşmış durumdadır. Bir tuş basımı ilerimizde, odamızın içinde bir manzara, bir haber yayın odası, bir eğlence mekanı ya da internette chat yaptığımız kişi gerçek boyutları ile karşımızdadır.

Bütün bunların da ötesinde gelişen teknoloji bize odamızın içine farklı açılarla yerleştirilmiş yansıtıcılar ve steyro ses aygıtlarının yarattığı üç boyutlu sanal bir gerçekliği vaat ediyor. Çok yakın bir gelecekte artık pencerenin diğer tarafından dışarıya bakan olmayı bırakıp pencerenin diğer tarafına geçen durumuna geleceğiz ya da diğer bir değişle pencerenin diğer tarafındakilerin içeriye bizim yanımıza girdiğini göreceğiz. Yine örneğimize dönecek olursak: grafik tasarım yazılımının kullanıcısı artık, kopya oldukları algısında belirgin olan sanal minik aletler ile değil, gerçekliğin tam bir yanılgısı olan bir ortamda üretim yapacak. Bu da “pencere” metaforunu ister istemez “oda” metaforuna dönüştürecek. Günümüzde hipermedya programları, resimler ve filmler gibi geleneksel medya olanakları ile geleceğin sanal gerçeklik olanakları arasındaki boşluğu dolduruyorlar. Geçmişte pencerenin bir tarafından dondurulmuş bir zaman aralığına bakarken gelecekte, pencereyi aşıp tamamen sanal bir gerçekliğin içine gireceğiz.

Sanat bugün ve gelecekte bu teknolojinin neresindedir? Teknoloji insanoğlunun yaşamına girdiğinden beri sanatçılar tarafından çok geniş bir yelpazede algılanmış ve yorumlanmıştır. İtalyan Fütüristleri yüceltmiş, Marcel Duchamp ve Francis Picabia gibi DADA sanatçıları tarafından hicivle elealınmış, konsturiktivistler tarafından beslenen teknolojik ütopyanın görüntüleri kavramsal sanatın teknoloji ve bilime olan inancı sanatın teknoloji ile ilişkisini doruk noktaya ulaştırmıştır.

Futürizm teknolojiyi sanatın birincil objesi olarak ele alır ve insan duyarlılığını teknolojinin gölgesinde yeniden biçimlendirir. hız ve saldırganlığı, yurtseverliği ve savaşı yüceltir, bu yeni dünya ve mekaniklik duygusudur. Bugün bilgisayar ortamının sanatın malzemesi haline gelmesi sanatta elektronik çağın fütürizmini yaşatmaktadır.

Elektronik çağın verilerini sanatsal açıdan iki ayrı katogoride değerlendirmek olasıdır. İlki elektronik ortamda sanat ve tasarım araştırmaları ve bu ortamda elde edilen bulguların verdiği imkanlarla yapılan üretimler. İkincisi ise internet ortamıdır.

İlki sanatçıların yeni imgeler oluşturdukları, yeninin arkeolojik alanı. Bu alan sanatçıların yeni deneysel çalışmalarla teknolojiyi zorlayarak yeni sanat formları araştırmalarına olanak sağlar.

Sanat ve bilimin birlikte çalışması gereğine inanan sanatçılar bilim adamları ile, mühendislerle, teknisyenlerle, filozoflarla, matematikçiler, v.b. ile çalışmaktadırlar. Bu ortaklıklarla geleneksellik duygusu ve anlayışı taşımayan çalışmalar üretilmektedir.

Sınırları belirsiz olan bu sanat ortamında üretilen ürünler, doğadaki gibi doğal  görsel ve işitsel özelliğe sahip değillerdir. Bu nedenle  dijital ortamda yaratılmış sanat ürünlerine karşı aldığımız tavır, geleneksel sanat ürünleri karşısındaki tavrımızdan daha farklı olmalıdır.Aslında herhangi bir yargısından bahsetmek  olanaksız gibi görülmektedir.Mesafenin ortadan kalkması ‘Nesnelerin temsil edildikleri gerçeklikten koparılmaları ve birbirine yakınlığı bir karar verememezlik yaratıyor. Kültürel farklılık yoktur artık. Var olan değer zenginliği her geçen gün birbirlerine yaklaşarak kaybolmaktadır.Felsefede karşılığını kopyanın kopyasında, psikolojide bilincimizin sınırlarının yok oluşuyla karşılığını bulur.

Sanatçılar sanal ortamın boşluğunu gerçek olmayan nesnelerle doldurarak yeni bir gerçeklik kategorisi sunmaktadırlar. Diğer taraftan sanatçı ve sanat pazarlamacıları elektronik ortamın popüler kullanım biçimi olan ve işaret dilini geliştirerek dünya dilleri üstünde bir dil oluşturan internet ortamında, posta,veri bankaları,sohbet odaları v.s ile mesafeleri ortadan kaldırarak sanatı sanal boşlukta keşfetmeye bırakıyorlar.Ortak değer yargılarının tam olarak oluşturulamadığı bu ortamda sanat eserinin fiziksel varlığı ve enerjisi yoktur artık. O yalnızca sanal ortamın boşluğuna bırakılmış imgelerin birikerek dönüştükleri sonsuz çöplük yığınında bir sanal yanılgıdır. Sanal ortamın verdiği özgürlük sarhoşluğuyla hiçbir değere bağlı kalmaksızın katlanılmaz kirlilikler yaratılmaktadır. Sonuçta İnternet ortamını değerlendirecek olursak insan kurallarını kendi koyduğu dünyada kuralsız yaşamayı başaramamaktadır diyebiliriz.