İSTANBUL BİENALİ SERMAYE İLE BULUŞTU, SANAT İYİMSER OLDU
MakalelerİSTANBUL BİENALİ SERMAYE İLE BULUŞTU, SANAT İYİMSER OLDU
“İmkânsız Değil, Üstelik Gerekli: Küresel Savaş Çağında İyimserlik”
Toplumsal bilincin oluşmasında etken olan sosyal ve politik olaylar sanatın tavrını da belirlemektedir. Sanatçı kalıplaşmış toplumsal değerleri yargılarken, aynı zamanda insan yaşamını riske eden sosyal, ekonomik, dinsel ve politik olaylar karşısında ürettikleriyle, düşünceleriyle, eylemleriyle tepkisini gösterir. Çağımızın son elli yıllı insanlık tarihinde daha önce görülmedik bir hızla değişen sosyolojik, politik, ekonomik değişimlere uğramıştır. Buna paralel olarak da sanat sahnesi belli dönemlerde radikal değişimlere sahne olmuştur.
1960 sonrası tüm dünyaya dalga dalga yayılan toplumsal hareketler ve günümüz dünyasında karşıya olduğumuz toplumsal faktörlerle toplumları etkisi altına alan düşünce sistemleri ile parodoksal bir bağ vardır. 60’larda kamusal alanda kişinin özgürlük ve hakları adına başlayan hareketler, 70’li yıllarda siyasal platformlara taşındı. Cinsel, ırksal, sınıfsal vb. ayrımcılık içeren her kavrama karşı başkaldırı dönemiydi bu dönem. Şimdi 21.y.y.’ın başlangıcında sancılı ve uzun bir süreçte elde edilmiş kişisel hak ve özgürlüklerimizden, küresell ölçekte karşı karşıya kaldığımız terör yüzünden kendi onayımızla vazgeçmek olgusu ile karşı karşıya kalmış bulunmaktayız.
Sanat dünyasında tüm bu olaylar kısa zamanda yansımalarını buldu. 60.’larda ki özgürlük hareketleri sanatta karşılığını, yerleşmiş tüm klasik estetik ve güzellik anlayışında başkaldırıda buldu. 70’li yıllarda sanat da bir anlamda siyasallaştı. 1980’li yıllar teknolojik gelişimin kazandığı hızlı ivme ile sanatında gözü kamaştı. 90’lara damgasını vuran ise internetin toplumsal yaşama girmesi ve tamamen farklı bir iletişim modelinin insan ilişkilerinde köklü bir devrim yaratarak sanal bir ortam yaratmasıdır. Oysa 21. yy çoktandır baskı altında tutulan global dengesizliklerin terörle medeni hayatı tehdidi ile karşı karşıyadır.
1960-1980 yılları arası çağdaş sanat1990’lı yıllarla kıyaslandığında kimlik, benlik, toplumsallık, ayrımcılık v.b. kavramları tekrar sanatın gündemine sokan ve etkinlikler açısından da postmodern sonuçlara dönük bir ivme içerisindeydi. 1990’lı yılların sanatı soğuk savaşın bitiminden büyük ölçüde etkilenmiş, internetin ve yeni iletişim modellerinin sosyal hayatta yarattığı değişimleri irdelemiştir. Bu parlak göz kamaştırıcı olguların etkisinde sanat dünyası, genellikle optimist bir yaklaşımın hakim olduğu bir süreci yaşamıştır. Fiziksel varlığın sanal karşısında materyalist yapısına odaklanmış diğer taraftan sanal varlığı sorgulayan sanat anlayışı hüküm sürmüştür. Sanal sosyolojik gerçeklerle ilgilenen sanatçılar 1990 sanatının şekillenmesinde yeni teknoloji ile çalışmanın toplumsal değişim için bir fırsat olacağı düşüncesi içerisinde hareket etmişlerdir. Net sanatının altın yılları olarak kabul edilen 1990’lı yıllarda sanatçılar yeni bir estetik dil geliştirmekle kalmadılar, küresel bir birlik de oluşturdular. Ancak; siber ortamı global köy haline getiren sanatçılar yaşamın gerçeklerinden uzakta sanal ortamın boşluğunu gerçek olmayan nesnelerle doldurarak yeni bir gerçeklik kategorisi sunmaya çalışmaktaydılar. Bu gün yaşanan kültürel, politik ve ekonomik değişimler, sanatçıların gerçek yaşamın günlük olaylarına bakmasına, bugün var olanlar üzerine düşünmesine ve geçmişin etkilerini gelecekle ilişkilendirerek olasılıklar üzerine yapıtlar üretmesine neden olmaktadır. Artık sanal ortamın sınırsızlığında kendini var etme yerine popüler kültürle kendi yaşadığı çağı irdeleyen sanatçı tavrı öne çıkmaya başlamıştır diyebiliriz.
Kimi yazarların üçüncü sanayii devrimi olarak tanımladığı 1980-1990 yıları arası küreselleşme gibi çok boyutlu ve karmaşık bir oluşumu tartışmaya açmıştır. Bir süreç olan küreselleşme yanlızca ekonomik değil sosyal, kültürel ve politik yönleri ile günümüzün en çok tartışılan konusu olmuştur. Teknolojik gelişmelerin güçlü etkisi, hukuk sistemleri, tüketim davranışları, hatta kriminal davranışları dahi etkilemektedir.
Küreseleşme farklı toplum ve kültürler üzerinde giderek yoğunlaşan gücünün büyük bir bölümünü de sanattan almaktadır. Kültürel alanda küreselleşme kapitalist batılı ülkelerin kendi kültürlerini yaygınlaştırmalarını hedefleyen evrensellik anlayışı ile yerel olanla dolaysız olarak yanyana gelmeye başladı. Bunun sonucu olarak kültürel melezleşme doğdu. Bu eğilim uluslar arası kültürel organizasyonlarla başlayalı aslında uzun bir zaman oldu. Ancak günümüzde bienallerin de dahil olduğu pek çok sanat tabanlı organizasyon ile merkez dışı farklı kültürden kenti küreselleşmenin vitrini haline dönüştürmektedir. Özelikle bienaler söz konusu olduğunda sanatçılar küreselleşmenin doymak bilmez dönüştürme ihtiyacına yanıt verecek şekilde, önceden küratörler tarafından belirlenmiş konularda, bu iştaha yanıt verecek imgeleri üretir konuma geldiler. Böylece kültür bir anlamda yapay bir etki ile tekrar üretilir konuma geldi.
Günlük politikadan ve gazete resimlerinden kendisine imge oluşturan sanatçıların çalışmaları derinliği unutmanın getirdiği sonuçla genişleme adına sığlaşmaktadır. Elbette sanatçı, aynı zamanda siyasal bir varlık olarak söylemlerini toplumların değişimi doğrultusunda derinleştirir. Hatta günlük politikalara karşı tavır oluşturur. Ancak, bu tavır politikacıların kullandığı söylemler ve gazetelerin kullandığı politik imgelerle değil, konuyu derinlemesine tartışarak kendine özgü anlatım dili kullanararak oluşturduğu sanat imgeleriyle oluştuğunda ancak sanatsal bir dilin varlığından söz edilebilir.
Bugün varılan nokta ise küresel sermayenin kültür alanında vakıflar aracılığıyla çerçevesi önceden hazırlanmış yeni bir kültürü yığınlaştırmasıdır. Sermaye merkezli dünya, sanat alanında müze ve galeriler araçılığıyla kendi yasa ve kuralları doğrultusunda bir eğemenlik oluşturmaktadır. Kapital “…Beraberinde getirdiği piyasa ekonomisi kurumu ile toplum ve dünyanın, bilim ve felsefenin ve de sanatın bütünleştiği yeni bir kozmos yaratır. Bu kozmos, adı söylemesede, oligarşik bir kozmostur. Yanlız fiziksel dünyayı değil, kültür dünyasını da kapsar ve ona da egemen olur. Bu yönetim ve egemenlik gücünü sermayeden alır. Sermayeye dayalı, sermaye merkezli yönetimdir ve adı da oligarşidir.” Siyasi alanda demokrasi söylemleriyle yola çıkan sermaye güçleri demokrasi adına ülkeler işgal etmişlerdir. Sanat alanında sanat ve sanatçıyı kendi hedefleri dogrultusunda yönlendiren sermaye sanat ve sanatçıya egemen olarak sanatçının özgür yaratıcılığını ortadan kaldırmıştır.
Dünyayı global bir köye dönüştürmeye çalışan kapitalist güçler, kendi söylemlerini, siyaset ve kültürlerini yaymak için kültür organizasyonları aracılığıyla yeni merkezler oluşturmaktadır. Bu merkezlerde sermayenin oluşturduğu cemaat sermayenin istekleri dogrultusunda sanat ve sanatçıyı kullanarak yeni bir dünya düzeni kurma , sanat ve kültürü yeniden oluşturmaya çalışmaktadırlar.
10.İstanbul Bienali kentleşme, İstanbul’un kentsel ve mimari koşullarını keşfetmeyi, referans noktası olarak alması İstanbul’un kentsel gerçeğiyle sanatın kurmaya çalıştığı ilişki şüpesiz çok önemlidir. Ancak, görülen o ki çalışmalarda yanlızca mekan seçimi yeterli olmuş, uygulama ve içeriğe dikkat edilmemiştir. Ayrıca bazı sanat yorumcuların söyleminin tersine çalışmaların çogunluğu siyasi içerikli olmaktan çok günlük politikanın bilinen imgelerinin tekrarından oluşmaktadır. Referans noktası İstanbul’un kentsel gerçeği ve kentin yerel gerçeği ile ilişkili olmasına rağmen. Yanlızca seçilen yapıtların mekanlarda yerleştirmesinde değil, çoğu yapıtın içerik sorunu olması 10. İstanbul Bienali küratörü Hou Hanru’nun başarısızlığının göstermektedir. Küratör, bu başarısızlığını biennial kataloguna yazmış olduğu Türk demokrasi tarihi söylemiyle örtmeye çalışmıştır. Yapıt fazlalığı yüzünden bir kaos ortamına dönem Antrepo 3 bir bienal sergisinden çok panayıra dönüşmüştür. Diğer sergi alanlarından AKM ise sergilenen yapıtlarla olan ilişkisinde mekanın ezici etkisi altında kalmış yapıtlarla mimari doğru ilişkilendirilememiştir.
Kültür ve sanat alanını örgütleyen sermaye sahipleri ve onların sözcülüğünü yapan kimi küratör ve sanat pazarlayıcıları Türk Sanat Tarihini kendilerine göre yazma çabası içerisindedirler. Yeni müze oluşumlarıyla da bunu gerçekleştirmektedirler. İstanbul’da bu yıl açılan Santral İstanbul Müzesi’nde gerçekleşen “Modern ve Ötesi” sergisi buna verilebilecek bir örnektir. Sunuş yazısında 1950 -007 yılları arası Türk Sanatındaki hareketi belirleme, sanatçıların yaşamları boyu ortaya kodukları üretimleri monografik bir yaklaşımla değerlendirme, sanatçıların izlediği gelişim çizgisini de ortaya koyan bir seçki olarak ortaya koyma istemi sergide ne yazık ki görülmemektedir. Örneğin Nuri İyem yanlızca soyut resimleri ile var. Nerede sanatçılarda değişim çizgisi ?. Ayrıca günümüz sanatından birçok sanatçının aynı şekilde eski çalışmalarıyla temsil edilmesi serginin hedeflediği gerçeği yansıtmamaktadır. Sergi, yanlızca biçimsel olarak algılanıp dönemlere ayrıldığı gibi günümüz sanatında uluslar arası ve ulusal sanatçı kimliğiyle adından söz ettiren bir çok sanatçıyı da dışlamıştır. 1990 lı yıllarda küratörlük sistemi ile var olan bazı sanatçıların bu sistemi eleştiren çalışmalar ürettikleri anlamında yanlış yapıt okumaları ile dolu bu sergi küratörlerinden Fulya Erdemçi “benim içim rahat… Tümden de rahat tarih budur dediğim için de rahat” Oldukça rahat olduğu “rahatlıkla” görülüyor.
Devabil Kara