GÜNCEL SANATTA YARATICILIK SORUNU

Makaleler

GÜNCEL SANATTA YARATICILIK SORUNU

Sanatçının biçimlendirme sürecine katılması çevresindeki dünyayı algılama sürecine girmesi ile eş zamanlıdır. Bu özel bir çaba gerektiren yaratıcı bir eylemdir. Bu eylemde sanatçı zihinsel imgesini daha önceden var olan imgelerle çakıştırır; eğer, ortak bir duyarlılık ve bilinçle bunları birleştirebiliyorsa sanat yapıtı oluşmaya başlar. Algılama süreci+yapım süreci = sanat eserinin nesnelleşmesi. Algılama süreci optik kurallar içerisinde duyum, duygu ve düşünce üçlemesinin birlikteliğinde bir yol izleyen süreçtir. Burada en büyük etken bu süreç içerisindeki algılayıcının psikolojik durumudur. Yapım süreci enerjinin varlığını içerir. Vücut hareketi kinetik bir zevkle, sinirsel bir tatmine neden olur. Bu süreçte algılamanın nesnelleşmesi psikolojik bir bütünlük oluşturur. Yaratıcılık süreci bir yapma ve oluş sürecidir. Bu ise olmayan bir şeyin biçimlenmesi veya bir değişmedir. Read Yaratıcılığı “Önceden biçimi ve hiçbir yüzü olmayan bir şeyin varlık kazanması olarak “ tanımlarken, Landau yaratıcılığı, “Daha önceden kurulmamış ilişkiler arasındaki ilişkileri kurabilme, böylece yeni düşünme şeması içinde yeni yaşantılar, deneyimler, yeni fikirler ve yeni ürünler ortaya koyabilme yetisidir” diye tanımlar.

 

Yaratıcılık sürecinde dış dünyanın olduğu kadar iç dünyanın uyarıları da sanatçıların belli bir konunun kendi içinde canlı bir hale getirmesini sağlar. Dış dünyanın karmaşası karşısında seçici olmak için görsel eğitim gereklidir. Bu yalnızca gerçeğe yakın daha zengin imgeler oluşturmak için değil, kendine özgü düşün şemaları geliştirerek çok boyutlu düşünmeyi geliştirmek  ve disiplinler arası ilişkiler kurabilmeyi sağlamak için.

 

Geleneksel sanat anlayışı içerisinde yaratıcılık duygu, duyum ve düşünce üçlemesi etrafında tanımlanırken, sanattın modern dünya düzeninde yeniden tanımlanması ile birlikte yaratıcılığın tanımı da yeniden yapılmıştır. Geleneksel sanatın görsellik üzerine kurduğu değerler,  biçimi sanatın merkezine koymuştur. Biçimin geçmişten gelen hakimiyeti 19. yüzyılda sanatta biçim ve kavram üzerine yoğunlaşmıştır. Daha çok resim ve heykelin geleneksel anlatımı, soyut-dışa vurumcu anlatım ve biçimciliğe karşı yapılan tartışma Clement Greenberg’in Modernizim ve  biçimcilik kuramları üzerine oturtulmaya çalışılmıştır. Kant’ın estetik görüşüne dayandırdığı bu tanımlama, sanatın sanat için yapıldığı, sanatçının estetik değerlere yönelen bir yetenek olduğu,  görselliğin önemli olduğu konu ve içeriğin bunun dışında tutulduğu bir tanımlamadır. “Yaratıcılık kavramsallaştırmadan gelmektedir kavramsallaşma ise Croce’nin kullanımıyla icat, esin hatta önsezi anlamına gelmektedir. Seçim; araç, renk, ölçü ve biçimdeki kesinliktir. Sonucun kalitesini bunlar belirler”. Greenberg Formalizm  savunarak sanatta saflaşma ve arınmayı önermiştir.

Soyut sanatın savunuculuğunu yapıp  biçimi ve estetizmi kutsayan Greenberg’e karşı tepki olarak doğan kavramsal sanat, biçimi ve estetiği reddeder. Kavramsal sanatın temsili olanla ilgilenmeyerek akılcılığı ve düşünceyi,  duygu ve ideoloji karşısına koymuşlardır. Biçimciler sanatın “nasıl “ yapıldığı ile ilgilenirken, kavramsalcılar “niçin yapıldığı “ile ilgilenmişlerdir.

 

.Sanata dair sorgulama ve çözümleme süreci izlenimcilikle başlar. Kübizm’le birlikte dünyanın algılamasana yönelik bir sorgulama sürecine girer. Bu süreçte dilin göstergesi, simgesi olarak  yazı ve sözcükler resmin ifade araçları arasına katılır. Biçimin sorgulanma sürecinde hazır nesne “ready made” sanat tarihine sokulmuştur. Sanatın yalnızca doğa ve temsille yetinmeyip topluma ve sanatın kendine karşı muhalif olmasının gerekliliği, yalnızca estetik kurallara göre davranan bir sanatçının sanatsal özgürlük açısından  sınırlandırılmış bir  ortam içine hapsettiği gerçeği vurgulanmıştır. Sanat eserinin değil sanatçının varlığı üzerinden hareketle, “sanat eserin anlamını dünya için çözüp yorumlamaktansa, sanat eseri aracılığıyla sanatçıya  aşina olmak, daha doğrusu sanatçıyla özdeşleşmek ister”. Sanat eserinin hiçbir estetik yönü olmamasını savunun Duchamp; “sanatçı, gelecek nesillerin kendisini alkışlaması adına kendisini kısıtlamamalıdır. Zevkli olmaya çalışmamalıdır, çünkü zevk değişir. İyi olmaya da çalışmamalı, yalnızca var olmaya çalışmalıdır. Malzemesini oluşturan tutkular ve acıları mümkün olduğunca iyi bir biçimde aktarmaya çalışmalı, sonra da her şeyi akışına bırakmalıdır.”

 

Biçim ve kavram üzerine yoğunlaşan sanat 1960’larda dil, imge ve kavram ilişkisi üzerine yoğunlaşmıştır. Bu ilişkiler ile kurulan çalışmalarda yaşama ve sanata dair sorular açılır. Sanatta biçimin yerini, farklı anlatım araçlarının alması gittikçe nesne ve imgeden arındırılmasına varmıştır. Kosuth, kavrama dilsel yollarla ulaşılabilecek çalışmalar yapmış, kavramsal sanatın diğer beşeri bilimlerde olduğu gibi bir araştırma yöntemi olduğunu söylemiştir. Sanat artık düşünsel bir eylem olmalıydı ve tanımı buna göre yeniden yapılmalıydı. Sanatı kavramsal boyutu içinde ele almayı seçmiş sanatçılar; sanatın fizikselliğinden ve bunun bağlantılarından öte içerik-anlam gibi sorunların yanı sıra, sanatın bir kültürel olgu olarak dille bağlantısını kurmak zorundadır.”

 

Bu günkü sanat ortamında bütün bu bahsedilen düşünceler doğrultusunda işler üretilmektedir. Bazen üretilen işlerde kavram arama ve okunabilir olma uğruna ortaya çıkan imgeler oldukça cılız, üzerinde fazla düşünülmeden üretilmiş, soru sormayan içselleştirilmemiş gözükmektedir.  Çoğunlukla güncel sanatçılar, anlamı yüksek sesle söyleme gereği duydukları  için sanatın kendi dinamiklerini göz ardı etmektedirler. 1990’lara göre bakılırsa sanat daha da bağımsızlaşmış görünüyor olmasına rağmen, bu bağımsızlığın dilini de tarif edemeyen bir sanat söz konusudur. Güncel sanatçılar geçmişi sorgulamak yerine geçmişe öykünen işler üretmektedirler. Daha avangard görünmek için belli formülleri kullanarak gittikçe birbirine benzeyen işler ortaya çıkmaktadır. Sanat ortamına hızla eklenen bu işler nitelik sorununu tartışmaya açması gerekirken, böyle bir tartışma ortamı oluşturulmamıştır. Bir tür “Eğlence kültürü “yaratılmıştır. Sanatın sınırlarının bu kadar bulanıklaştığı bir ortamda genç sanatçılar için nitelikli sanat eseri denilecek işler üretmelerini beklemek oldukça zordur. Umberto Eco’nun sanat tanımına göre, sanat eseri ortaya konulduğunda sanatçısından büyük ölçüde bağımsızlaşır, izleyici ile her buluşmada yeniden üretilerek bir kültür öğesi olarak yerini alır. Oysa günümüzde sanat eseri iddiasıyla üretilen çoğu işler karşısında estetik reaksiyon göstermenin ötesinde, sıradan ve duyumsal bir tepkide bulunmamız söz konusu bile değil.  Yeni teknolojinin olanaklarını ve hazır  bilgiyi devşirerek popüler olanın peşinden bilinçsizce koşan genç sanatçıları güncel olma adına destekler görünenler, bu sanatçılar için güvenilir olmayan bir ortam oluşturmaktadırlar.

. Kara Devabil, “Sanatçı Kişiliğinde Pisikolojik Algı” Sanatta Yeterlik Tezi, 1993

.Kuspit Donald, “Sanatın Sonu” Metis Yayınları