GENÇ SANATÇILARIN TEKNOLOJİ HAYRANLIĞI VE GELECEĞİN SANATINA DAİR İP UÇLARI

Makaleler

GENÇ SANATÇILARIN TEKNOLOJİ HAYRANLIĞI VE GELECEĞİN SANATINA DAİR İP UÇLARI

MARMARA ÜNİVERSİTESİ GÜZEL SANATLAR FAKÜLTESİ 4. ULUSLARARSI ÖĞRENCİ TRİANELİ

Makineler ve makine ürünlerinin insanın yaşamına girmesi ile oluşan yeni kültür, yarattığı karmaşıklık ile insanın görme biçimini pek çok engel ile karşı karşıya getirdi. Makineler çalışan hareketli ünitelerdir. Onları yalnızca dış görünüşleri ile anlamaya çalışarak kavramak mümkün değildir. Onları görsel olarak en yetkin biçimde algılamanın yolu, görünen fonksiyonel bağlantıların dinamik değerlerini anlamakla mümkün olur. İnsan yapısı bu varlıklar, çağımızda hayatımızın her alanına girerek kültür varlığımızın yadsınamaz bir parçası haline geldiler. Fiziksel varlıkları ile doğal çevremizde yaptıkları değişimin yanı sıra yaşamımızda düşünmemiz, hissetmemiz ve tepkilerimiz bu mekanik, elektronik kültürle yeniden şekillenmekte, durmaksızın değişime uğramaktadır. Görsel ve algısal bilincimizi derinden etkileyen bu değişimler günümüz sanatının anlatım elemanları olarak sanat yapıtlarında da yerlerini aldılar.

İnsanlar her alanda olduğu gibi sanatı da uygularken ,sergilerken teknolojinin ürettiği tekniklerden yararlana gelmişlerdir. Bu teknik nesnelerin niteliği, çağın teknik gelişimi ve değişimi ile paralellik gösterir. Günümüz koşullarında hem teknolojik açıdan bilgi olarak hızlı bir ivme ile dönüşüme uğrayan yaşamı kavramak durumunda olan sanatçı, diğer yandan bu değişimin görsel dünyamıza kattığı değerler ile hem estetik hem de düşünsel anlamda hesaplaşma durumundadır. Sanatçı için değişmez olan özelliklerden biri, sanatını yaparken kendine uygun bir anlatım dili oluşturacak tekniği seçmesidir. Tekniği burada yalnızca araç, gereç, aygıtlar olarak teknik nesne anlamında değil onu da aşan bir beceri, kullanım, başarma, bulup buluşturma anlamında algılamak gerekir. Çünkü sanatçının teknik yeterlilikleri bilmesi dışında aracın yapısına uygun estetik gereklerin neler olduğunu da bilmesi gereklidir.

Bugünün insanı, yaşadığı teknolojik ortam içerisinde, eskisinden çok daha da hızlı bir değişim içine girmiştir. Samuael Morse’un telgrafı icadından ve bu buluşun kendi adıyla anılmasından bu güne sanatçılar yeni medya teknolojisinin ürettiği anlatım araçlarına büyük ilgi göstermiştir. Sanatın teknoloji karşısında aldığı tavır İtalyan Fütüristlerin onu yüceltmesinden, Marcel Duchamp ve Francis Picabia gibi Dada sanatçılarının hicivli yergilerine kadar geniş bir yelpazede çeşitlilik gösterir.
Sanatçıların farklı sanat, bilim ve düşün alanlarıyla kurdukları ortaklıklar, geleneksellik duygusu ve anlayışı taşımayan çalışmalar üretmelerine neden olmuştur. 21.yüzyıl sonrası etrafımızı teknolojik aletlerin kuşattığı ve teknolojik çalışmaların artık hayatımızın her aşamasında karşımıza çıktığı görülmektedir. Sanatta bu ortamla uyum içerisinde varlığını sürdürmektedir. Acaba bu uyum sanatçılar açısından bir kısır döngü mü oluşmaktadır, bir tıkanmamıdır.? Sanatın sürekli kendini yeniliyor olması, sanatçının tartışmaya eğilimli bir uyumsuz olması nerede? Bugün teknolojinin ürettiği anlatım araçlarını kullanılmasına rağmen hemen hemen her sergide aynı imgelerin tekrarını görmek yüzyılımızın başlarında Kazimir Malevich öfkeyle söylediği “Uçaklarımızla uçmaya başladık fakat sanatımız hala çok gerilerde bir yerde.” Sözünü hatırlatıyor.

Marmara Üniversitesi 4. Uluslararası Öğrenci Trianeli yeni medya teknolojisinin ürettiği anlatım araçlarının öğrenciler tarafında yoğunlukla kullanılması açısından oldukça dikkat çekiciydi. Sanat dünyasında yeni deneysel alan oluşturan bu araçlar, sanatçıların yeni imgeler oluşturmalarına olanak sağladığı gibi sanat anlayışlarında da kaçınılmaz olarak değişikliğe neden olmuştur. Hareketli görüntü ve ses boyutu gibi iki temel öğenin birlikteliğini oluşturan Video Art’ın genç sanatçılar tarafından çoğunlukla tercih edilmesinin birden çok nedeni olduğu kesindir. Bunlardan birkaçı; üç boyutlu görüntünün cazipliği, kolay ulaşımı, kısa sürede üretim ve üretilen görüntülerin en kısa sürede birden çok mekânda yanılsama olarak izlenmesi v.b.

Evrensel olma ve yerelliğini koruma çizgisinde öğrencilerine küresel dünyada yaratıcı kimliklerini özgüvenle kanıtlama yolunu açan bir etkinliğe ev sahipliği yapan Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, sanat ortamına yeni önerilerle hareket kazandırmaktadır. 1997 yılında ilkini gerçekleştirdiği ve her üç yılda bir yapılan Uluslararası Öğrenci Trianeli genç sanatçı ve tasarımcı adaylarını bir araya getirme konusunda katılım açısından olduğu kadar iş önermeleri açısından da dünyanın en büyük öğrenci etkinliklerinden bir tanesidir. 05 Haziran 2006 tarihinde açılışı yapılan Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi 4. Uluslararası Öğrenci Trianeli otuz dört yabancı ülkeden 53 ve Türkiye’den 18 sanat ve tasarım okullunun katılımıyla gerçekleşmiştir. Bu etkinlik katılımcı öğrencilere deneysel çalışmalarını izleyici ile buluşturma, izleyiciye yeni görsel önermeleri deneyimleme olanağını vermenin yanı sıra bünyesinde gerçekleştirdiği “Küresel/Yerel: Küreselleşme çağında sanat, kültür, kimlik” başlıklı sempozyumla da teorik alanda da tartışma platformuna katkıda bulunmaktadır.

4. Uluslararası Öğrenci Trienal Sergisi dört farklı sergileme alanında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Galerileri, CKM (Cadde Bostan Kültür Merkezi Sanat Galerisi), Capito alıveriş merkezi ve Valide-i Atik Külliyesinde gerçekleşti. Bu sergi alanlarından özel bir dokuya sahip olan “Valide-i Atik Külliyesi Kervansarayı”, 2003 yılında yapılan Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi 3.Uluslar arası Trianel sergisinde kullanıma açılmıştı. Nurbanu Sultan tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan bu tarihi yapı 4. Uluslar arası öğrenci Trianel’ine de ev sahipliği yaptı. Geçmişinde bir çok amaçla kullanılan “Valide-i Atik Külliyesi Kervansarayı” bir dönem akıl hastalarının tedavisi için bir hayır kurumu olarak, 1865’te İstanbul’da görülen kolera salgınında hastane olarak kullanılmıştır. Daha sonra askeri depoya dönüştürülmüş ve 1978’de Vakıflar Genel Müdürlüğüne devredilmiş. “Dar-ül Hadis” bölümü bu tarihten itibaren cezaevine dönüştürülmüştür. Yapının aşhane, darphane ve kervansaray bölümleri ise meslek lisesi öğrencilerine ev sahipliği yapmıştır. Toptaşı “Valide-i Atik Külliyesi Kervansarayı” günümüz genç sanatçı adaylarının sanat sunumlarıyla eski ve yeniyi buluşturması açısında önemli bir merkez konumundadır. Uzun süre kullanılmadığı için zamana karşı gösterdiği direnci, zamanın olumsuz izlerini hayret, şaşkınlık ve hayranlık dolu karışık duygularda izlediğimiz yapı ev sahipliğini yaptığı yeni sanat önermeleriyle bir çekim alanı oluşturmaktadır.
. 4. Uluslar arası Öğrenci Trianel’inde Almanya, Berlin-Weissensee Sanat ve Tasarım okulu öğrencilerinden Susanne Weck’in çalışması referans olarak “Valide-i Atik Külliyesi Kervansarayı” nın mimarisini alıyor. Yapının geçmişinde ki farklı dönemlere ait hikâyelerden etkilenen sanatçı külliye’nin orta avlusunda gerçekleştirdiği iki yerleştirme ile yapının tarihi geçmişine göndermeler de bulunuyor. Sanatçı, orta avluda yıllar önce ağaçlarla oluşturulmuş düzenlemenin ayrımına varmış ve çalışmalarından birsini bu dikkat üzerinde yoğunlaştırmıştır. Avludaki bu düzenleme Selçuklu geleneğinden Osmanlı’ya geçmiş olan simetrik düzen anlayışının bahçecilikte uygulanmasıdır. Orta avluda tüm ağaçlar cinslerine ve konumlarına göre tam bir simetri içerisinde ekilip yetiştirilmiştir. Zaman içerisinde, nedenin bilinmez, bu ağaçlardan bazıları ya kesilmiş ya da doğal olarak yok olmuşlar. Susanne Weck yapının mimari özelliği olan, simetriyi bozan bu oluşuma yıllardan sonra karşı çıkan, onu bir yabancı gözü ile telafi eden birisi olarak karşımıza çıkıyor. Ağaçların simetrisine tamamen uyarak, doğru cins ağacın fidesini, doğru noktaya saksılar içerisinde yerleştirmiş. Ağaçlar doğru yerlerinde ama saksı içinde hem tekrar ait oldukları yerdeler, hem de hemen gitmeye tekrar yerlerini boş bırakmaya hazırlar. Sanatçı bu düzenlemesinde aidiyet duygusu ile yersizlik yurtsuzluk duygusunu aynı anda izleyiciye yaşatıyor.
Mimarinin avlu kısmında gerçekleştirdiği diğer düzenlemesinde sanatçı, Dieter Lutsch’in bir sözünün izinden giderek “Allah derki: Nerede su varsa orada aynı zamanda hayat vardır” yargısından yola çıkarak Osmanlıda çeşmelerin mimarinin ayrılmaz bir parçası olduğu gerçeğine gönderme yapmaktadır. Bu gerçekle “çeşme “ adlı çalışmasıyla mimarinin avlusuna bakan su oluklarına geçmişte olduğu gibi su vererek avluda su seslerinin oluşturduğu illüzyonla izleyiciyi geçmişi anlamaya, duyumsamaya çağırmaktadır.

Mimari yapıda çoğunlukla sergilenen video art örneklerinden gelen sesler mekanda bir yabancılaşma yaşatarak tekinsizlik duygusu yaratıyor. Freud’un 1919 da ortaya attığı en basit anlamıyla çok bilinen tanıdığımız bir şeye karşı duyulan yabancılaşmayı ifade eden tekinsizlik kavramı, güncel sanatta en fazla karşılaştığımız kavramlardan birisidir. Yalnızca sanata çoğunlukla konu olmasıyla değil yaşamımızın her alanında ailelerimiz, eşyalarımız v.b bir çok durumumuz için de söz konusudur. Sergiye Marmara Üniversitesinden katılan genç sanatçı Bengüsu Bayrak’ın video çalışması tekinsizlik üzerine kurulu bir çalışma. Sanatçı zaman ve mekan kavramını üzerinden hareketle kurduğu kurguda izleyicide tedirginlik yaratmayı başarıyor. Ünlü yönetmen Alfred Hitchcok’un Dial M For Murder filminde sanatçı kendi fotoğrafını, Hitchoc’un fotoğrafının yerleştirildiği alana ekleyerek zaman ve mekanda bir yabancılaşmaya neden oluyor.

“Valide-i Atik Külliyesi Kervansarayı”nda ki başka bir çalışma, üç boyutlu bir görüntünün plastik düzenlenmesi olarak karşımıza çıkan Güneş Terkol’un Helikopter adlı estalasyonu görsel zenginliğin yanı sıra, sesin katılımı ile bir metin okuma ile ilişkilendirilen çok öğeli ilişkilerle kurulmuş bir çalışma. Farklı duyuları harekete geçirmeyi hedefleyen bu çalışma organik, uzaysal bir birliğe sahip. Plastik görüntünün davranışı, onu meydana getiren bireysel parçaların davranışı tarafından belirlenmez, aksine parçalar bütünün doğası tarafından belirlenir şeklinde tanımlama sanatçının çalışmasının plastik açıdan açıklar. İki boyutlu olarak mekana yerleştirdiği çizimleri dijital ortama aktararak görsel bir şölen oluşturuyor. Çizimleri parçalamak , tekrar düzenlemek ve birleştirmek deneysel formlar üretmesine neden olduğu gibi görsel imgeleri okunabilen bir metin haline de dönüştürmüştür. Görsel imgelerle kurgulamış olduğu hikayeyi dijital ortamın ses ve üç boyut imkanıyla kurgulanmış hikaye ekranda çizimlerin kayarak hareket etmeleri ve transparan değerleri sayesinde sadece hikaye katmanı oluşturmuyor aynı zamanda yeni görsel değerlerin oluşmasına olanak sağlıyor.

Görsel dünyada gözlerimiz çevremizi tararken ilgimiz objelerin üzerinde toplanır. Bunlar bizim ilgimizi uyandıran ve davranışlarımızı etkileyen değerlerdir. Oysa bu objelerin arasındaki boşluklara ilgi göstermeyiz. Çoğu zaman algımızı yönelttiğimiz şeylerin arka planlarına önem vermeyiz. Ancak biraz ilgi gösterebilirsek bu iç boşlukların, ilgimizin odağını oluşturan objeler kadar bütünün parçaları olduğunu görürüz. Nesneleri görünür kılan, onların etrafındaki boşluklardır ,bu boşluklar sayesinde nesneler anlam kazanır. Lao Tse şöyle der: ”Bir kap ancak boşluğu sayesinde yararlı olabilir. Pencere olarak işe yarayan şey duvara açılan boşluktur.” Nesneleri görünür kılan, onların etrafındaki boşluklardır ,bu boşluklar sayesinde nesneler anlam kazanır. Mustafa Kemal Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinden sergiye katılan Rabia Yatmaz’ın “Bi Bak” adlı yerleştirmesi bir sehpa üzerinde her sayfasında boşluğun anlamını vurgularcasına hazırlanmış bir defter. El ele tutuşmuş grafiksel figürleri sayfalarda artarak ve konum değiştirerek sayfa boşluğunun her alanında varlıklarını hissettirecek şekilde sıralanmışlardır. İzleyici açısından yalnızca şekillerle, lekelerle, formlarla okunulacak bir defter. Öyle ki okuma yaparken var olan tüm boşlukları gezinmek zorunda kalıyorsunuz. Defterin sayfalarını çevirirken doğunun görsel kültüründeki boşluğun rolünün ne kadar derinlikli bir anlayışa sahip olduğunu düşünmeden de edemiyorsunuz.

Fakülte merkez galeride sergilenen Hollanda Kraliyet Akademisi Bağımsız Sanat okulundan Esther Tambaer’in heykel yerleştirmesi Trienalin en başarılı işlerinden birisiydi. Sanatçı galeri duvarına yerleştirdiği küçük boyutlu üç figürle bir tiyatro sahnesi oluşturmuştur. Figürlere verdiği yüksek ışık duvar yüzeyindeki sahnede rol alan figürlerin bıraktığı gölgelerle bir mekan yaratılmış. Varlıkları ışığa borçlu olan gölgeleri yüksek ışıkla sabitleyerek sahneyi donduran sanatçı, mekan algısını da ters düz ederek yer çekimini ortadan kaldırmıştır. İzleyiciyi bir an için gerçek mekandan kopararak kurgulanmış bu yapay alana dahil eden çalışma, mekan içerisinde mekan oluşturarak gerilimli bir mekan kontrası oluşturuyor.

Hindistan, Kala Bhavana Visva Bharati Üniversitesinden katılan Atanu Pramanık çoğu çağdaşının tercihlerinin tersine dijital ortamın çekiciliğine kapılmayıp daha sessiz ama bir o kadarda etkili çalışmalar üretmiş. Litografi ve serigrafi tekniğiyle yapılmış “Çoraplar”, “Yıkananlar” hem konu açısından ve hem de teknik açıdan iddialı olmayan ancak sanatçıların hala yapacak çok şeylerinin olduğunu hatırlatan çalışmalardı. “Yıkananlar” ilk bakışta Cezanne’nin yıkananlarını hatırlatıyor. Doğu kültürünün fantazyasıyla üretilmiş, bir Cezanne “ “Yıkananlar” resim dizisine bir gönderme gibi duruyor.
Dikkat çeken çalışmalardan bir diğeri Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde katılan Melahat Fildişi’nin “varoluş” adlı çalışmasıydı. İnsanın oluşumunun 9 evresini sembolize etmeyi amaçlayarak gerçekleştirilmiş bir yerleştirme. Ayrıca Capitol Alışveriş Merkezinde sergilenen Mustafa Kemal Üniversitesi’nden Gönül Kavrukoğlu’nun karışık malzemeyle gerçekleştirdiği “loto” adlı çalışması da dikkat çeken başka bir çalışmaydı.
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi 4.Uluslar arası Trienal sergisi genç sanatçı ve tasarımcıların geleceğin sanatına dair önermelerini görmek açısından olduğu kadar sanat ve tasarım eğitimini farklı bir açıdan değerlendirmek adına da eğitimciler için kaçırılmaması gereken önemli bir etkinlikti.

Yrd.Doç. Devabil KARA