Gölge Bellek/Tem Sanat Galerisi

DEVABİL KARA RESİMLERİNDE

BELLEK KATMANLARI, GÖLGE BELLEKLER

Prof. Dr. Kıymet Giray

Bellek, bir kavram olarak, aslında yalnızca “an” yaşayan insanın varlığının asal anlamıdır. Yaşamı tanımlayan, yaşama dair bir birikimdir. Öğretiler ve günlük programlar, doğaçlama oluşumlar, sistemler, deneyselliklerdir. Bir anlamda kuramlarla açıklanan bilgiler ve savruk güncelliklerin örüntüsüdür.

Biriktirdiğimiz, ya da biriktirdiğimizi var saydığımız bellek katmanları,  yaşamımızın oluşumunu tanımlar.  Bu bağlamda, anların örüntüsü; öğrenilenler, bilineneler, deneysel edinimler, yaşamımızın bireysel tarihini sergiler. Belirlenen mekânda yaşanılan, ya da yaşanmışlık sanısı uyandıran zamanı, sosyal, tinsel, psikolojik ve çevresel etmenlerle ve en önemlisi hayal gücümüzün, dünya görüşümüzün ve bilgi düzeylerimizin verileriyle zenginleştirdiğimiz algılarımızı, belleğimizin katmanlarında saklarız.

Basitçe, tam da kendimizi anlatmaya başladığımız anda, yüz yüze kalırız belleğimizle. Sınırlarını ve seçkilerini kendimizin belirlediği bellek aralarında biriken anların içinde gezinerek açıklarız hayatımızı. Bu aşamada dile getirdiğimiz ya da düşündüğümüz anlar, tekrar tekrar anımsandıkça billurlaşarak örüntülerin asal kesitlerine dönüşür. Anlatma ve dinleme arasında oluşan bu yeni bellek katmanları, boşlukların dolgusu olan; yaşanan gerçeklikle hissedilen, algıyla seçki ve olanla bilinen gerçekliklerin, yaşanmışlıkların işbirliğine dönüşür. Yaşama dair an/ı/ların anlatımı üzerinde tekraralar yaparak ilerledikçe, dağılmaya başlayan örüntüler arasından daha dikkatli seçkiler yapılmaya başlanır.

Bu bağlamda, anlatıcı ve dinleyicilerin arasında var olan ortak anlar kadar farklı zaman süreçleri, farklı mekânlar ve farklı algılar, karşılıklı diyaloglarla çözümlenen farklı bellek katmanlarını çözümeler. Neye göre? Sorusu farklı bellek aralıklarını açıklayan anları sıralar. Çoğalan katmanlar beliren süreçler ve bu süreçleri açıklayan göstergelere dönüşür. İpuçları olan anları takip ederek çözülmeye başar hayat. Hiçlikten sıyrılıp Varlık olmanın kırılma noktasını bellek katmanları doldurur. Çetrefil sarmallar olarak duran bu örüntü, aslında bellek denilen gizlerle dolu olgunun yalın halidir.

Umberto Eco’nun Kraliçe Loana’nın Gizemli Alevi romanın bellek örüntüsü içinde dolaşmaktayım bir süredir. Bir gün gözünüzü bir hastanede açıyorsunuz. Bütün anlar silinmiş, belleğiniz kaybolmuştur. Kimsiniz? Ailenizi, geçmişinizi ve hatta kendiniz hakkında hiçbir şey bilmiyorsunuz. Ancak, size öğretilen bütün bilgiler, şiirler, şarkılar, mesleğinizle ilgili ayrıntılar belleğinizde. Yazarın da kahramanının da geçmişini avucunun içine alan sis, belleği de sarıyor. Saklıyor, gizliyor, koruyor, kurtarıyor. Çok yavaş dağılıyor. Bellek katmanları aralanıyor. İlk olarak öğrendikleriniz geliyor aklınıza. Öğretilmiş bilgilerden başlayarak, çok yavaş anımsıyordunuz yaşadığınız anları,  ağır ağır ilerliyorsunuz kendi hayatınızın içinde. Kendi gerçek dünyanızda, biriktirdiğiniz anları, yeniden yaşarmış gibi anımsıyorsunuz. İster istemez gerçek olarak tanımladığınız yaşamınıza dönüyordunuz anıların izlerini sürerek.  Kurmaca dünyada kendi dünyanınız anlılarından oluşuyor.

Devabil Kara’nın fırçasına takılan boyalar da, aynı bu anlamla örtüşen bellek katmanları arasında dolaşıyor.  Kurmaca bir tasarımda, içinde saklanan, gizlenen, korunan anları kurtarıyor. Devabil’in eserlerine başat olan resimsel kurgu, yüzyılın estetik değerleri doğrultusunda, kendi kalıplarını yavaş yavaş yeni bir biçim/biçem anlayışına terk etmeye başlıyor.

Bellek katmanlarını kendi gizlerinin içinde çağdaş görüngüler olarak, ince detaylara varan sembolik betimlere dönüştürerek zaman ve mekânın genleşmesine dayanan soyut ekspresyonlarla açıklıyor. Devabil’in soyut ekspresyonist kompozisyonları yaşanmış anların katmanlarını oluşturan belleklerin özlerini yansıtan auralarını taşıyor tuvallerine. Bu aura, 20. Yüzyılın sonlarında zaman-bellek kavramlarının soyut ekspresyonizme başat olmasıyla gelişen anlamına göndermeler yapar. Soyut Ekspresyonizm hareketini benimseyen sanatçılar gibi Kara’da, yapıtın özüyle ilgilenmektedir. Bu bağlam içinde, anların bellek katmanlarıyla hayatları, zaman ve mekân bağlamında tanımlanan karakterler,  sanat eserinin ve onunla yüz yüze gelen seyircinin kendisidir. Bu anlamda öz, us ya da imgelem anlamıyla örtüşür. Varoluşçuların felsefelerine göre; “her nesnenin bir özü, bir de varlığı vardır. Öz, süreklikle anlatılmaya çalışılan var sayılan anların topluluğudur. Varlık ya da varoluş ise dünyada etkin/aktif olarak bulunmak anlamını taşır [1].” İkinci Dünya Savaşı sonrası New York merkezli sanat hareketinin felsefesini özetleyen bu bakış açısı, yüzyılın sonunda yaygınlaşarak, soyut ekspresyonlar çevresinde toplanan yeni sanat hareketlerini yaratır. Devabil Kara bu anlayışla 1996-1997 yıllarında, Sanat Pazarı ve Sanat Kurumlarının İşleyişi hakkında incelemelerde bulunmak için gittiği, tam da sanat biçemini belirlemeye yöneldiği yıllarda, Amerika’da tanışır. Nesnenin yerini imgeye bıraktığı yıllarda soyut kompozisyonlar yapmaya başlar. Uzamsal boşluklar sonsuzluğu simgelerken, bellek katmanları, boya dokusuyla yaratılan espaslar içinde belirir. Taramalar, spirallerden oluşan simgeler ve dokusal farklılıklar, Kara’nın sakladığı, gizlediği, koruduğu ve kurtardığı bellek katmanlarını sembolleridir. Dolayımla yarattığı imgelemlerdir.

Kara’nın tuvallerinin yüzeyini kaplayan renk lekelerinin geniş hareket alanında, doğaçlama olarak var olduğu sanısı uyandıran bütün imgeler, asal olarak nesnenin bağımsız ve nüfuz edilemez doğasını tanımlar.  Belleği özgür kılan bu boşlukta var olan her simge, bir bellek katmanı olarak,  bir nokta ya da eksen çevresinde dönme etkisini belirleyen vektör niceliğini belirleyen bellek momentine dönüşür.

Devabil Kara’nın resimlerine egemen olan, her aldatıcı görüngü veya his, baskın bir dürtünün mutlak gerçekliğinde, kendince belirlenmiş bir dış dünya betiminin çözümlenişidir. Tuvali boş bir yüzey olarak kaplayan boya, uçurum sezgisinde başlayıp sonlanan dingin renklerdir. Bu renkler üzerinde simgelerle yüzleşen bilinç, kimi zaman bir sandalye, bazen bir tarama, çoğun spirallerde sembolleşen imgelerle, bu düşsel atılımın kararlı izlerini sürer.

Kara’nın Kompozisyonlarını oluşturan resimsel anlatımın içindeki, boşluk, hiçlik ve insansızlık, yokluğa karşıt oluşturan doluluğu işaret eder. Bir olanaklar alanı halinde tasarlanan Devabil Kara resimleri, eserin bellek katmanlarıyla dokunmuş olan bir olanaklar alanı olduğunu vurgular.  Bu alanı gözlemleyen izleyicinin, bir incelemeci olarak, bu olanaklar içinden yapacağı seçkilerden oluşan anlarla açıklanan bellek katmanlarının gizlerini belirlemesini bekler.  Sanatçının resimsel tasarımlarına başat olan zihinsel inşa, seyircinin yapıtı yeniden tanımlamasını gerçekleştirirken, oluşumunu kendi tasarımlarıyla devam ettirmesine olanak sağlamakta ve yapıtta zaman kavramının farklı kesitlerde kullanımını tetiklemektedir. 

[1] Jean Paul Sartre., Varoluşçuluk, çev. Asım Bezirci, Say yay. 10. basım 1990, s. 8