GÖRSEL ALAN VE RETİNAL ALAN: ÜÇ BOYUTLU ALAN VE RESİM ALANI

Makaleler

GÖRSEL ALAN VE RETİNAL ALAN: ÜÇ BOYUTLU ALAN VE RESİM ALANI

Sanat eğitimi veren kurumların öğrenciye,  yaşadığı dünyayı algılama ve bunları yorumlayabilme becerisi kazandırabilecek bilgi ve donanımları vermesi gerektiği gibi aynı zamanda  görsel duyumlarını zihinsel açıdan destekleyebilecek ortamları da yaratmalıdırlar. Bunlar şüphesiz ki süreli yayınlar, paneller, söyleşiler v.s kültür etkinliklerdir. Yayın alanında ihtiyaç duyulan bir sanat gazetesi çıkarmasından dolayı gazete sahibi ve editörü sayın Ümit Gezgin’i kutlar yayının uzun ömürlü olmasını dilerim.

Sanat eğitiminde önemli olduğunu düşündüğüm ve uzun bir süredir ilgilendiğim görme eylemi, algının nasıl oluştuğu ve iki boyutlu resim alanının  optik birimlerle değerlendirilmesi konusuna giriş olabilecek bir yazı dizisinin ilkini yazmak istedim.

 

Görsel imgelerle dolu bir kaos içerisinde yaşıyoruz.Gün geçtikçe çeşitli yeni formların, çizgilerin, kelimelerin çoğalması bu kaosu daha da artırmaktadır. Işık değerleri ile oluşturulmuş bu kaos da göz retinası kendine göre ayıklamalar yaparak algılamak istediği objelere yönelir ve böylece bir ölçüde bu kaos göz retinası sayesinde önlenmiş olur.

 

İnsanın çevresindeki nesneleri görebilmesi için bir takım şartların gerçekleşmesi gereklidir. Eğer bu şartlar gerçekleşmezse insanın çevresini görebilmesi imkansızdır. Görme işlemi olabilmesi için öncelikle ışık olmalı, gözler açık olmalı, bir nokta üzerinde yoğunlaşmalı, her iki gözün duyarlı film tabakası en kenar noktasına kadar ışık almalı ve optik sinirler beyine sinyal göndermelidir. Bazen insan bu zincirleme sistemi algılayamaz. Oysa görme olayı bütün bu şartlar gerçekleştiği için olur.

 

Günlük hayatta bir çok durum  için görme işleminin olması gereklidir. Eğer uzaktaki nesneleri birbirinden ayırabiliyorsak, bir yere çarpmadan yürüyebiliyorsak, yazıları okuyabiliyorsak, çevremizdeki insanların yüzlerini tanımlıya biliyorsak; bütün bunları yapabilmenin tek nedeni görme işleminin gerçekleşmesidir. İnsan görme duyusu sayesinde, renkleri uyum içerisinde kullanarak bir takım şeyler çizebilir, dizayn edebilir, etrafındaki nesneleri kendi kişiliğine uygun olarak bir araya getirip düzenleyebilir. En basitinden, çevresini gözlemleyebilmesi de bu duyusu sayesinde gerçekleşir.

 

Yüzlerce yıldır insanlar objeler niçin görünürler?,  çevremizdeki objelerin hareketlerini nasıl görebiliyoruz?, Yer düzleminde objeler yerlerini nasıl alırlar ve objeleri çevresindeki diğer objelerden ayırarak nasıl görebiliyoruz?, insanın görme yetisi ne düzeydedir? Gördüğümüz şeylerin hayal gücünü nasıl etkilediği, bunun görme ile ne ilişkisi olduğu, üç boyutlu fiziksel çevrenin göz retinasın yansımış halinin iki boyutlu olduğu halde kaybolan üçüncü boyut algıya nasıl depolandığı gibi görme ile ilgili bütün bu problemlerin araştırmasının uzun bir tarihi vardır.

 

Bu tür problemlerin çözümü için boşluğu ve boşluk içinde yer alan nesnelerin formlarını ve şekillerini nasıl algıladığımız sorusunun açıklığa kavuşması için Geştalt teorisi de dahil olmak üzere bir çok teori üretilmiştir.  Görsel dünyayı nasıl algıladığımızla ilgili olan  bu tür problemler sonuçta psikolojiye dayandırılmıştır.

 

Görsel dünyayı nasıl algıladığımız problemi iki bölümde değerlendirilebilir. İlki gerçek ya da uzaysal dünyanın algılanması, ikincisi ise bizim alışkın olduğumuz ya da tanıdığımız objelerle çevrili sıradan dünyanın algılanmasıdır. İlki renklerin, tekstürlerin, düzlemlerin, kenarların, eğrilerin, şekillerin ve iç boşlukların dünyasıdır. İkincisi ise daha tanıdık olan objelerin, yerlerin, insanların, sembollerin, alfabetik sembollerin dünyasıdır. Bu ikincisi o anda bizi çevreleyen yaptığımız işe, bulunduğumuz yere göre değişen kendi dünyamızdır. İlki ise deneyimlerimiz için az çok sürekliliği olan arka plandır ve arka plan konumumuzu ve hareket etmemizi destekler.

 

Çevremizdeki objeler arka planlarıyla var olurlar. Görsel anlatım elemanları ancak optik bir arka plan ile var olurlar ve bu alanda hareket ederler. Bu alandaki elemanlar tek tek değil, arka planlarıyla göz retinasına yansırlar. Optik alandaki elemanlar birbirlerinden ayrı izole edilmiş varlıklar olarak değil de birbirleriyle, arka planla olan ilişkileriyle algılanırlar.

 

Çevremizdeki objelerin yüzeyleri, renkleri ve tonları da arka plandaki veya en yakınındaki yüzeyin durumuna bağlıdır. Bir rengin şiddeti, yoğunluğu yakınındaki yüzeylerin tonları yardımıyla arttırılabileceği gibi azaltılabilir de. Aynı şey doku nitelikleri ve şekillerin büyüklüğü, küçüklüğü içinde geçerlidir. Hafif çarpık olan bir şekil, geometrik açıdan mükemmel durumdaki karelerin değer hükümlerine göre son derece çarpık gibi görünür, oysa aynı şekil aşırı derece çarpık birimlerle kıyaslandığında tamamen kusursuzmuş gibi gözükür.

 

Bu nedenle optik alanda ne mutlak bir renk, parlaklık, doymuşluk niteliği ne de mutlak bir büyüklük, uzunluk ve şekil ölçümü olabilir. Çünkü her görsel birim sadece kendisine ait olan görünüş tarzını optik çevresiyle dinamik bir karşılıklı ilişki halindeyken kazanır. Burada önemli bir nokta daha bulunuyor. Renk tonunun, doymuşluğunun alt ve üst sınırları ile geometrik ölçüm cetveli, resim yüzeyi üzerinde, kişinin gözle gördüğü çevrede olduğundan çok daha dardır ve kişi ancak optik farklılıkların göreceliğini yaratıcı bir şekilde kullanarak yüzey üzerinde, gözle görülebilen dünyanın canlılığına ayak uyduran optik bir görüntü yaratabilir.

 

Görüş alanının kesin sınırları olmadığı için bir manzara, caddedeki insanlar ya da herhangi bir nesneye bakan kişi, bulunduğu uzaysal pozisyona dayanarak, gördüğü şeyler hakkında sadece uzaysal bir yorum yapabilir. Kişi gördüğü şeylerin pozisyonunu, yönünü ve mesafesini, bu şeylerle kendisi arasında bağlantı kurarak değerlendirebilir. Kişi, kendi vücudunun merkez olduğu ve boşluktaki ana yönlerle tanımladığı tek bir fiziksel sistem içinde yukarı,aşağı,sola, sağa, ileri, geri ölçüm ve düzenleme yapar. Ben-merkezli yatay ve dikey eksen gözükmeyen arka plandır ve optik farklılıklar bu arka plana karşı yorumlanır.

 

Resim düzleminin dört kenarı genellikle boşluğun ana yönlerini üstlenir, yüzey üzerindeki ayrı ayrı her optik birim de uzaysal değerlendirmesini, pozisyonunu, yönünü ve mesafesini, yeni oluşturulan dünyanın yatay ve dikey eksenleri olarak değerlendirilen kenarlarla olan ilişkisi sayesinde elde eder. İki boyutlu resim düzlemi uzaysal alanın merkezi varsayılır ve her optik birim ona yaklaşıyor veya ondan uzaklaşıyor gibi görünür. Resim yüzeyi üzerindeki bir noktanın, bir çizginin veya bir şeklin uzaysal nitelikler taşıdığı varsayılır.Eğer kişi yüzey üzerinde şuraya ya da buraya bir nokta veya çizgi koyarsa, resim kenarıyla bağlantılı olarak ayrı ayrı optik birimlerin pozisyonu, farklı uzaysal anlamları dinamik bir hareket biçimi halinde birbirine bağlayacaktır. Elemanlar resim düzlemindeki pozisyonlarına bağlı olarak sola, sağa, yukarı, aşağı hareket ediyormuş, uzaklaşıyormuş veya yakınlaşıyormuş gibi görünür. Optik birimler uzaysal bir dünya sayılan yüzeyin yorumunu yaratır, güçleri ve yönleri vardır, uzaysal kuvvetler haline gelirler.

 

Kişi, somut bir mesaj iletmesi için görsel dili kullanmaya başlamadan önce resim yüzeyi üzerinde faaliyet gösteren kuvvetlerin ilişkisinde doğal olarak var olan uzaysal duyumların mümkün olan her çeşidini öğrenmelidir.

 

Devabil Kara, 2006

 

 

 

Kaynaklar: Kara, Devabil “Sanatçı kişiliğinde psikolojik algı ve  yaratma” Sanatta yeterlik tezi,

.Gibson James,”The perception of the visual world” Originally Publihed in 1950 by Houghton Mifflin Company, Boston.