BOŞLUĞUN ANLAMLILIĞI

Makaleler

BOŞLUĞUN ANLAMLILIĞI

Sanatçının iç gözü görsel dünyayı algılarken oluşturduğu imgeler, sanat yapıtının oluşumundaki ilk malzemelerdir. Çevresindeki objelere  yaklaşımı, görsel alanı algılaması, daha da önemlisi böyle bir alanı sezilerine dayanarak bulması ve imgeyi oluşturması bütünlük gösterir. Farklı bir arayış içinde olan sanatçı aynı zamanda kendisini seçici olma özelliğiyle de ortaya koyar.

Kendine görsel alan olarak mimari yapıları seçen Mehmet Kavukçu’nun gözlemleri bu yapıların karakterini ortaya koyan dış çizgilere ve iç boşluklara odaklanmaktadır. Geçmişten bugüne kalmayı başaran tarihsel-kültürel değerler zaman içerisinde sürekli değişimlere uğrayarak farklı duyumlara sebep olmuşlardır. Bu duyumların psikolojik etkileri  sanat yapıtının oluşumunu sağlayan unsurlardan biridir. Sanatın oluşumundaki etken tarihsel, toplumsal ve nesnel değişimler içerisindeki yaşam sürecidir. Sanatçılar, bu süreci görselleştirmeye çalışırken  bugünün kültürünü algılayıp geçmiş ve gelecekle olan ilişkisini kurmaya çalışırlar. Görsel dünyada kendisine seçtiği alanda  psikolojik bir algı sürecine giren Kavukcu’nun  1998-2000 tarihleri arasında yaptığı çalışmalarında ,  duyguları bilinen biçim ve formlara değil de çizgiye yükleyerek yeni düzenler bulup görsel hale dönüştürme eğilimi gözlemlenmektedir. Böylece resim yüzeyinde daha önceden bilinen ve belli bir biçim imajı veren nesnelerden eser yoktur; ancak onların bizde uyandırdığı psikolojik yansımaları vardır.

 

Görsel dünyayı çeşitli şekillerde tanımlayabiliriz; uzaklık, derinlik, sabitlik, sınırsızlık, renk, gölge, tekstür v.s ile açıklayabiliriz Ayrıca alanlarla, köşelerle, şekillerle, iç boşluklarla, son olarak da belki de en önemlisi yüklediğimiz anlamlarla çevremizdeki dünyayı açıklayabiliriz.

 

Görsel dünyada gözlerimiz  çevremizi tararken  ilgimiz objelerin üzerinde toplanır. Bunlar bizim ilgimizi uyandıran ve davranışlarımızı etkileyen elementlerdir. Oysa bu objelerin arasındaki boşluklara ilgi göstermeyiz, hatta boşlukların ve arka planın bazen farkında bile olmayız. Ancak, görsel alana biraz ilgi gösterirsek bu iç boşlukların objeleri gösteren alanlar kadar bütünün parçaları olduğunu görürüz. Yansıyan alanda arka planın objelerden hiçbir farkı yoktur. Çevremizdeki dünyayı izlerken kendimizi biraz zorlarsak objelere benzer olarak iç boşlukların da birer renk alanından oluştuğunu görürüz. Boşluk nesneleri tanınır hale getirirken, nesneler de boşluğu görünür kılarlar. Böylece boşluk sayesinde dünyayı algılayabiliyoruz.

 

Kavukçu, yüzey üzerindeki boşluğa yerleştirdiği figürleri uzaysal boyutta resmederek iki boyutlu resim yüzeyini üç boyutlu alan olarak algılamamızı sağlamaktadır. Sıradan yaşamda karşılaştığımız figürler boşluk içerisinde kendilerinden çok boşluğun anlamlandırılması için yerleştirilen birer imge konumundadırlar.  Dahası tuvalin üzerine yerleştirdiği figür, boşluğu okunur hale getirirken, boşluk da figürü görünür kılmaktadır. Bu ikili ilişki, figürün konum değiştirmesiyle yüzeyde yeni konfigürasyonlar oluşturur.  Sanatçının gözü çevresindeki nesnelerde gezinmekten çok onları anlamlandıran boşluk üzerindedir. Boşluğa karşı inanılmaz bir değerlendirme dürtüsü ile hareket eden Kavukçu, ancak yerleştirdiği nesne ile boşluğun anlamlanacağı içtepisini yaşamaktadır. Bekli de, yaşadığı bölgenin kültürel varlıkları olan mimari yapılardaki doldurulmuş yüzeylerden etkilenmeyle, anlamlılığı doldurulmuş yüzeylerin küçük boşluklarında bulmaktadır. Bu küçük boşluklardan büyük alanlara gözünü çeviren sanatçı doluluğun yaratmış olduğu görsel değerlere koşut boşlukla benzer bir ilişki kurmak istemektedir Tematik değil kavramsal olarak boşlukla ilgilenen sanatçının resim yüzeyinde oluşturduğu imgelerinin gücü boşluktan kaynaklanır.

 

Sanat tarihi boyunca gelişen teknik ve bilgi donanımları insanların boşluğa bakış açılarını değiştirmiştir. Perspektifin  resim sanatının kullanımına girmesiyle batılı sanatçılar boşluk yanılsamasında yeni yöntemler geliştirmişlerdir. Leonardo Da Vinci, Michelangelo, Raphael, Tiziano ve Dürer gibi sanatçıların yapıtlarının çağdaşlarının çok ötesinde değer taşımalarının bir önemli nedeni de, bu eserlerde boşluğun alışageldiğin dışında değerlendirilme biçimidir.

 

Matematikte de varlığın göstergesi olan reel sayılar ancak boşluğun tanımı sıfırla gerçek anlamlarını kazanırlar. Batı sanat tarihine baktığımız da boşluğun varlık karşısında tamamlayıcı ve tanımlayıcı anlamının özellikle modern sanatın başlangıcından itibaren farklı sanatçılar tarafından sorgulandığını biliyoruz. Sanatta varlığın karşısında yokluğun kavram olarak anlamını ilk sorgulayan sanatçı Maleviç’tir. Süpermatist manifestosunda “Siyah Kare” olarak bilinen resmini tanımlarken, sanatı sıfır noktasına taşıdığından bahsetmiştir. Daha önce yaptığı bir resmin üstüne siyah bir kare yapıp karenin dışındaki alanları da beyazı boyadığı bu resimde, varlığın karşısına, yokluğun (sıfır noktasının) sonsuz olasılıklarını koyduğunu söyler. Dolu ve boş kusursuz bir bütünlüğe vararak daha önce tuval yüzeyine yüklenmiş her türlü anlamın üstü örterek anlam boşluğu yaratmıştır. Modern sanatın diğer bir ustası Mondrian’ın da yüzey üstünde hedeflediği kusursuz düzen boş ve dolunun hesaplanmış dengesinden geçer. Boşluğun batı sanatında ki sahibi ise kuşkusuz Yves Klein’dır. Hem boşluğa getirdiği tanımlarla, hem ürettiği işler, hem de performansları ile hep boşluk kavramını sorguladı. “……önce hiçbir şey yoktu, sonra derin bir hiçlik ve sonra mavi derinlik” sözleri boşluğa verdiği önemi yansıtmaktadır. Sanatçının ilk sanat eylemlerinden birisi 1948 yılında “mavi gökyüzü benim eserimdir.” diyerek gökyüzü boşluğuna imzasını atmasıdır. 1960’da bir binanın ikinci katından uçar gibi gözüktüğü ”Boşluğa sıçrama”’yı gerçekleştirdi. On dakika boyunca aynı notayı seslendiren ve sonra da aynı süre boyunca sessiz kalan bir orkestrayı yönetti. 1958 yılında, Paris’deki Le Vide sergisi’nde galerinin içindeki tüm mobilyaları dışarı çıkartmış ve galerinin tüm duvarlarını beyaza boyayarak var olan mekansal iç boşluğa izleyicinin dikkatini yöneltmesini sağlamıştır. Bir anlamda iç boşluğu sergilemiştir.

 

Batılı sanatçıların boşluğun anlamı ve kavramı ile ilgili düşünmelerinin modern sanatla birlikte başlaması tesadüfi bir zamanlama değildir. Modern sanatın başlamasında ki itici güçler arasında önemle altı çizilenlerin biri de uzak doğu sanatının batılılarca tanınması olarak gösterilir. Batıya ulaşan uzak doğu resimleri ve kaligrafi çalışmaları ile modern dünyanın sanatçıları önce doğunun görsel kültüründe boşluğa verilen önemli rolü keşfettiler. Çinli ve Japon ressamlar imrenilecek bir cesaretle resim yüzeyleri üzerinde boş, geniş alanlar bırakırlar.  Aynı zamanda Çin ve Japon kaligrafisinde boş alanlara da fazlasıyla dikkat edilir. Boş alanlara da en az grafik birimler, çizgiler kadar özen gösterilir.  Tek bir harf onu çevreleyen boş arka planın düzenli ilişkisi sonucu açıklık ve anlam kazanır. Tek tek arka plan birimleri arasında çeşitlilik ve fark ne kadar büyük olursa, harfin bireysel bir ifade veya işaret olarak anlaşılabilmesi de o kadar kolay olur. Batı kültürü daha sonra uzun bir geçmişe sahip olan bu görsel geleneğin kaynağı olan doğu felsefesi ile tanıştı.

 

Doğu felsefelerinin hemen hepsinde boşluk varlık kadar önemli bir değere ve yere sahiptir. Lao Tse şöyle der; “Bir kap ancak boşluğu sayesinde yararlı olabilir. Pencere olarak işe yarayan şey duvarda açılan boşluktur. Nesneleri işe yarar kılan şey onlarda var  olmayandır.” Taocu öğretide yoğunlaşma boşluk üzerine olduğunda anlamlıdır. Zen Budizm’e hakim olan düşünce “form  boşluktur, boşlukta formdur” dolu olmak boş, boş olmak dolu olmaktır.

 

Yaşadığımız topraklar sadece fiziksel olarak değil, kültürel olarak da batı ile doğu arasında bir bağlantı geçiş alanıdır. Yüzyıllardır batının dolu ile yoğunlaşmış düşüncesine de, doğunun boşluk anlayışına da komşu olarak yaşamış her ikisinden de etkilenmiştir. Osmanlı süsleme sanatı ne kadar dolulukla ilgiliyse, mimarisi de o kadar boşluk ile ilgilidir. Kavukçu’nun  boşluğa odaklanması inşaat eğitimi aldığı yıllara dayanır. Ayasofya ve Sultanahmet Cami gibi iç boşlukları heybetli alanlar  içindeki mimari boşluklarda, yapının insanlara olan fiziki oranı figürü farklı bir nesnellikle kavramasına neden olmuş. Sanatçının resimlerinde de bu yapıların bize yaşattığına benzer bir gerilimle karşı karşıya kalırız.

 

Mimari yapılar boşluğu bölerek yeni iç boşluklar oluştururlar. Mimarların boşlukla olan ilişkisine gök kubbede yeni boşluklar  açmaları, boşluğa yeniden form vermeleri olarak bakarsak, Kavukçu bir mimarın tavrına benzer bir tavırla boşlukları görerek onlara yeni formlar verme çabası içindedir. Mimari yapılar içinde ki  boşluk ne kadar heybetliyse, insanda uyandıracağı hayranlık da o kadar çoktur.  Kavukçu’nun yoğunlaştığı boşluk değerlendirme çabası da mimari ile paralellik gösterir ve sanatçıyı bu düşünceye yakınlaştır.

 

Kavukçu, yalnızca iki boyutlu yüzeyde boşluğu sorgulamaz aynı zamanda  mimari mekanlarda ve doğal çevrede yapmış olduğu enstalasyonları ile boşluğa yeni anlamlar yükleyen, kavramsal boyutuyla boşluğu sorgulayan  bir sanatçıdır. Bilimsel bulgular bize boşluğun edilgin olmadığının, tam tersine elektromanyetik çalkantıları harekete geçiren bir ortam olduğu söyler. Bu bilginin doğruluğuna varmaya çalışan  sanatçı, yüzey resimlerinde fikir ağı oluşturacak hiçbir nesneye yer vermezken  mekan enstalasyonlarında   boşluğu kendi nesnesine ev sahibi olarak tayin eder. İlişki ters yüz olmuştur. Artık konumlandırdığı nesneler bütünü  boşlukla ve çevresiyle ilişkilendirilerek yeni anlamlar oluşturmaktadır.