Dilin Söyleyemedikleri M-25

         DEVABİL KARA GEÇMİŞİN İZİNİ SÜRMEYE DEVAM EDİYOR

 Doksanlı yılların başından bugüne kadar çok yönlü bir çalışma disiplini içerisinde ve farklı tekniklerden faydalanarak ürettiği işleriyle çağdaş sanatımızın önemli isimlerinden biri olan Devabil Kara’nın, arkeolojiye olan ilgisi daha ilk serilerinde somut anlamlar kazanmaya başladı. Devabil Kara, bu ilgisi çerçevesinde sistemli bir biçimde ürettiği çalışmalarında, hiçbir zaman arkeoloji bilimine ve bu bilimin çalışma metotları aracılığı ile ortaya çıkarılan buluntulara, günümüz insanının sorgulamadan gerçekleştirdiği “nostaljik” ve “duygusal” bir gözle bakıp, onları gerçekliklerinden saptıran anlamlar yüklememiştir.

 Onun için, binlerce yıl toprak katmanları altında kalan fosilleşmiş varlıkların ya da eserlerin hala yerin metrelerce altında adeta nefes aldıklarını duyumsamak, onların yaşanmışlıklarını ve işlevlerini hissedebilmek için araç olacak bir adımdır. Eski yapıtları ve varlıkları belirli bir işlevle birlikte yaşam seyri içerisinde bulundukları “mekan” la birlikte değerlendirir. Onları asla tek başına veya kurgulanmış yapay mekanlar içerisinde düşünmez. Yüzyıllar sonra bu buluntuların, üzerindeki yaşanmışlıkla beraber, tekrardan yapıldıkları dönemde içerisinde bulundukları mekanlar ve çeşitli coğrafyalardaki ait oldukları bölgelerin heyecanla keşfedilmesi önemlidir, Devabil Kara’nın perspektifinde.

Üretimiyle geçmişin izini sürmektedir sanatçı. Kendi deyimiyle “geçmiş ve gelecek arasındaki boşluğu tamamlayan imgeler oluşturmanın” peşindedir.

 Mekan ile resmin bir bütün olarak algılanması Devabil Kara’nın sanatında önemlidir. Üsküdar’daki  Atik Valide Külliyesi’nde açtığı “Dilin Söyleyemedikleri” isimli sergisine  ev sahipliği yapan eski cezaevinin duvarlarına bile uygulamalar yapıp, yaşanmışlığın oluşturduğu belleği mekan düzenlemesiyle bütünleştirmişti.

“Dilin Söyleyemedikleri” sergisinin bir devamı niteliğinde görülmesi gereken yeni sergisindeki resimleri, zaman içerisinde atölyeye dönüştürdüğü,  üç farklı mekanda üretmiştir.  Sanatçı için, mekan içerisinde atmosferi duyumsayarak çalışmak çok önemli bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Sergiye de ismini veren “M25” isimli depo, yerin metrelerce altında bulunan bir çalışma alanıdır. Bu mekanda sanatçının aradığı ortamı bulduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu ortamın üretilen yapıtlara “nüfuz” eden yapısı, gerek konu anlamında, gerekse de biçimsel anlamda uyumlu bir görüntüde gözlemlenebiliyor resimlerinde.

 Devabil Kara, resimlerinde çok çeşitli malzemeler kullanmaktadır. Selüloz ve balmumu gibi doğal malzemelerden resim yüzeyindeki biçimlerini yaratırken faydalanır. Bu malzemelerin kullanımının tuval üzerinde yarattığı görsel etki, anlatmak istediği fikirlerin boyutuna da uygundur. Resimlerin arka planında rahat fırça sürüşleriyle, sıcak ve soğuk renkleri  iç içe geçirip yoğunlukla uyguladığı alanlar üzerine, yoğun malzemeden yararlanarak resmin bünyesinde adeta erittiği tuval katmanın dokusal etkisi, kompozisyon içerisinde arka plan yapılanmasının hareketliliği ve renkliliği yanında, monokrom ve sade görüntüsüyle görsel boyutta bir dinginlik yaratmaktadır. Bu oluşum, sanatçının merkezine alıp araştırmalara giriştiği yer katmanları temasına da görsel gönderme yapmaktadır.

Bazı eski resimlerinde, tuval yüzeyinde çizgilerle belirlediği geometrik alanları, bu serisinde iç içe geçmiş renkli ve monokrom dokusal yüzeylerde farklı bir boyutta görüyoruz. Belirlenmiş alanlar bu resimlerde başlı başına bir dünyaya dönüşüyor.

 Selüloz ve balmumundan faydalanarak oluşturduğu resimlerinde, arka planın yoğun renk ve biçimsel uygulamasına karşın, resmin bünyesine kattığı ikinci katmanda sadelik dikkatimizi çekiyor. Hemen hemen tüm resimlerinde üzerine eğildiği “boşluk” ve “doluluk” kavramlarını bu resimlerinde uygulama boyutunda çok daha vurgulu bir biçimde görüyoruz.

 Devabil Kara, daha önceki resimlerinde yer vererek,  güç ve düzen gibi kavramları sorguladığı sandalye imgesini bu serinin birçok işinde de kompozisyon içerisinde kullanmıştır. Sandalye imgesi, sanki boşluk içerisinde deviniyormuş gibi, kullanılan malzeme ve kurgu aracılığıyla tuval yüzeyinden dışarıya taşan bir rölyef gibi işlenmiş. Aynı uygulama sanatçının bazı resimlerinde kompozisyon içerisinde yer verdiği otoportre silüeti ve gergedan figürlerinde de geçerli.

 Seri içerisindeki bazı çalışmalarında tamamen doğal malzemelerden elde ettiği boya uygulamalarının yanı sıra, “gerçek” bir bitkinin dalları ve yapraklarını da uygulamış olduğu bu katmanlar içerisine dahil etmiştir. Bu katmanlar ve gerçek bitki parçalarının üzerini örten doğal boya uygulaması, fosilleşmiş varlıklara ve çeşitli kavramlara zaman perdesinin ardından bakma fikri eşliğinde, onların deforme olmalarına karşın, içlerinde daima var olan ve geçen zamanlar sonucunda yok olmayacak olan bilimsel “kod”ları da düşündürüyor.

SERKAN AZERİ